Babama bir mektup yazmıştım...
Sanırım 5 yaşlarındaydım..Aydın’ı kuzeyden çevreleyen dağlarla oturduğumuz SSK lojmanının arasındaki 10-15 metrelik açıklıkta oynuyordum, nam-ı diğer beşinci apartmanın bahçesinde. Güneşin ışığıyla masmavi parlayan bir oyuncak topla göründün dördüncü apartmanın köşesinden, eve doğru geliyordun. Öyle güzel ışıldıyordu ki o top…sana öyle bir koştum ki..6 yaş 100 metre rekorunu kırmışımdır kesin..o masmavi topu hiç unutmadım..hiç unutmayacağım..
O metalik yeşili murat 124’ümüzü de hiç unutmayacağım. Eve yaklasmakta oldugunuzu öğrenir öğrenmez pencereye koştum, önüne bir sandalye koyup üzerine çıktım, sizi beklemeye başladım. Uzaktan bir araba sesi duydum, heyecanlandım, görünmenizle sandalyeden atlayıp merdivenleri 3er 5er indim..gısgıcır bir 124 çoktan evin önüne yanaşmıştı… Arka tekerlerinin üzerindeki çamurluklarıyla, açık yeşil metalik rengiyle ne fiyakalı bir ‘hacı’ murattı o. Hiç unutmadım… Dayım, sen, rahmetli Rıza amcam birlikte geldiniz arabayla, Rıza amcam kullanıyordu arabayı. Araba kullanmasını da beraber öğrendik aslında. Sen deneme sürüşleri yaparken bana da öğrettin. El freni çekili ve vites boşta iken kontağı çevir, arabayı çalıştır, debriyaja bas, birinci vitese tak, ayağını debriyajdan çekerken yavaş yavaş gaz ver… Ve işte hareket ediyoruz. Daima ileri bak derdin, sağa sola aşağıya bakma derdin… Hep öyle yapmaya çalıştım… Şoför koltuğuna minder koyup da bana direksiyona geç dedin ya… Heyecandan ölecektim… Dediklerini aynen uyguladım… ilk deneme pek iyi değildi. Sonra hareket edince daha bir heyecan… İkinci vitese bile taktırdın; ’aynı anda gazdan çek ve debriyaja basarak vitesi 2’ye at’…
Şu anda kışladayım, koğuşta yatağımda. İçerisi biraz karanlık olsa da loş ışık bu satırları yazmama yetiyor. Annemle Gülçin geldiler dün sabah. Beni kışladan aldılar, cumartesi pazarı beraber geçirdik. Harika bir hafta sonuydu. Ne çok özlemişim onları. Seni daha çok özledim, hepimiz çok özledik..keşke sen de bizle beraber olsaydın..asker oğlunu gelip kışlasında görseydin, yemin töreninde ‘oğlum’ deyip sarılsaydın bana, kucaklaşsaydık. Daha paylaşacak, konuşacak, yapacak çok şeyimiz vardı babacım. Sorumlusunun ben olduğumu biliyorum, affet…uzaklardaydım hep..
Telefonun hala çalıyor…Dün annem ve Gülçinle otururken birisi aradı, Amasya’dan..Seni duymuşlar, emeklilikleri hakkında sana danışmak istemişler. Yurtdışından, Aydın’ın köy veya kasabalarından hala arıyorlar, ne şekilde emekli olabileceklerini öğrenmek için seninle konuşmak istiyorlar… Acı haberi verince de sanki seni tanıyormuşçasına üzülüyorlar, ‘çok methetmişlerdi Mehmet Bey’i, başınız sağ olsun’ diyorlar. Aydın’ın tüm kazalarına yayılmış namın baba. Herhangi bir karşılık beklemeksizin köylülere ve hali vakti yerinde olmayanlara emekli olabilmelerine yönelik yardımcı olman, karşılığında para yerine bahçelerinde ne yetiştiriyorlarsa getirmeleri unutulacak gibi değil. “Allah razı olsun Mehmet Bey” demeleri yetiyordu sana… Hele bir köy var ki, hangisi oldugunu biliyorsun, neredeyse tamamını sen emekli etmişsin. Diyorlar ki baban sayesinde emekli maaşımızı alıyoruz, geçinip gidiyoruz, Allah ondan razı olsun.
Siyah beyaz televizyonumuz vardı, Telefunken marka. Sen bir gün renkli televizyonla çıkageldin..galiba bir iki komşumuzda vardı da ben bazen akşamları onlara giderdim renkli televizyon izlemeye, veya bir komşuya misafirliğe gidelim dediğinizde renkli televizyonu olana gidelim diye sıkıştırırdım…Şimdi bizim de bir renkli televizyonumuz vardı, en yenisinden en son model, Vestel Diamond. Reklâmlarında Emel Sayın oynardı. Kurduk televizyonu, açtık, şirinler vardı TRT1’de..ilk şirinleri izledik renkli televizyonumuzda…
Ne eğlenceli ve iyi komşularımız vardı. Sık sık birbirlerine oturmaya giderlerdi akşamları..siz de bir komşuya gideceğiniz zaman beni birkaç saat önceden gönderirdiniz ‘evdeler mi müsaitler mi?’ diye sormaya.
Misafirliğe gidenler çok güzel ağırlanırdı… Kolonya, şeker, ‘ne yazık ki!’ sigara, çay, kahve, taptaze ev yapımı kurabiyeler, peynirli kıymalı poğaçalar, meyve… Ev sahibiyle misafir ‘yiyeceksin – yiyemeyeceğim çok yedim dokunuyor’ kavgası yaparlardı hep. Kahveler genelde orta içilirdi. Ben en fazla 2 bardak çay içerdim zira nezaketen fazla içmemen daha güzel olur derdi annem hep. Kolonya dağıtırlarken herkesin avucuna döküp sıra bana geldiğinde kafama dökmelerine kıl olurdum da sesimi çıkartmazdım. Nevin teyzeler, Nazire nineler, Gül babaanneler, sanki öz teyzemiz ninemizdi bizler için.
Bir gün annemle eve döndüğümüzde sehpanın üzerinde kırmızı bir telefon duruyordu, çevirmeli modelinden…telefonlar çıkar çıkmaz sen de bir telefon başvurusu yapmıştın..numarası 7655..
Her gün milliyet gazetesi alırdın baba..ben hergün alamadım ama nerdeyse hergün internetten takip ediyorum….o zamanlar milliyet ansiklopediler verirdi..30 kupona..evimiz ansiklopedi dolup taşmıştı..büyük gelişim ansiklopedisi, büyük larousse, meydan larousse ve daha başka neler neler..Mekanın cennet olsun, daha küçücükken dünyayı evimize sen getirdin…İlkokula başladığım günü hatırlıyorum..zafer ilkokulu..bana en güzel kalemleri defterleri çantayı aldın..köşeli, kutu gibi olan çantalardan, ne çok sevmiştim o çantayı.
Okul dönüşleri önce ödevlerimi yapardım..balkona minder koyar, hem dışarıyı izler hem de ders çalışırdım. Anadolu lisesini de senin sayende kazandım..sabahleyin işe giderken bana bir kağıt bırakırdın, üzerinde 5 10 tane soru..oğlum bunları çöz akşam beraber bakarız derdin..öyle de yaptık. Beni dersaneye de gönderdin sınavdan önce. Aydın Anadolu lisesindeki ilk günün sonunu hatırlıyorum..işyerin SSK bölge müdürlüğü okul yolu üzerindeydi..servisten indim senin işyerinin önünden geçerken, masan birinci katta hemen camın yanındaydı, dışarıdan görürdüm seni masanda çalışırken..normalde hemen koşarak yanına çıkardım, iş arkadaşların ‘oo küçük madak hoş geldin’ diye karşılarlardı beni ama o gün sana el salladım ‘aşağıya gel’ diye işaret ettim. Sen gelir gelmez gözyaşlarımı salıverdiğimi hatırlıyorım…Zira okulun ilk gününü herkes gibi tek bir kelime anlamadan geçirmiştim. İlk gün olmasına karşın öğretmenler İngilizce konuşmaktan taviz vermemiş, tüm sınıf gibi ben de boş boş bakmıştım tüm gün…Anadolu Lisesi ve ilk yıl İngilizce hazırlık ya..tavizsiz sıkı bir başlangıç yapmış öğretmenler…iyi ki de öyle yapmışlar, sonradan anladık ne yapmaya çalıştıklarını…
Dördüncü apartmandaki Zehra ananemin rahmetli Mustafa Dedeye ‘gel bizim Mehmeti everelim’ demesiyle başlamış annemle hikayeniz. Ne iyi etmiş Zehra anane.
Saat 2’yi geçmiş baba..yukarıdakiler film izler gibi gözümün önünden geçerken uyuyamadım işte. Artık ‘bitti’yi görsem ve uyusam iyi olacak, malum sabah erkenden içtima… Annemle Gülçin şu anda trendeler, Aydın’a doğru yol alıyorlar..sabah erkenden varacaklar Aydın’a…